Yener
TÜRKER'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir Yoldaşının Anlatımından:
Yener dışarıda iki aylık bir mücadele pratiğinden
sonra tutuklanmış, yaklaşık 2 sene tutuklu kaldıktan sonra tahliye olmuştu.
Hapishaneden çıktıktan sonra kendisine beklemesi söylenmiş, fakat o beklemek
istememişti. Her fırsatta gelip daha haber gelmedi mi diyordu. Yeniden sıcak
mücadeleye katıldığında mutluluğu gözlerindeki parıltıdan okunuyordu. Ben
kendisini daha önceden pek fazla tanımıyordum. Aynı alanda mücadele etmeye
başladık.
İlk zamanlar bana hep, “Ben pratikten uzak kaldım. Sen bana pratik olarak bir şeyler öğretirsin,
ben de sana teorik” demişti. Öyle de oldu. Kendisi bildiği teorik bilgileri
bana ve mahalledeki diğer arkadaşlara anlatır, bizleri zayıf olduğumuz teorik konularda
eğitmeye çalışırdı.
Çok hızlı ve ısrarcıydı. Bir eksiğimizi gördüğünde
eleştirir, olması gerekeni bıkmadan, usanmadan anlatırdı. Hapishaneden çıktığı
ve bizimle tanıştığı günden itibaren gerillaya olan özlemini her seferinde dile
getirirdi. Her zaman, “Hapishanedeki yoldaşlarım bana çok şey öğretti, partiyle
tanıştıktan sonra insan olmanın güzelliğini gördüm. Bunu hapishanedeki yoldaşlarımın
sıcaklığıyla daha çok anladım. Şimdi onlardan öğrendiklerimi hayata geçirme zamanı.
Yoldaşlarıma verdiğim sözü tutacağım, kısmet olursa Karadeniz dağlarında
düşmandan hesap soracağım” derdi.
Çok zor durumda kalmadıkça partinin parasını
harcamazdı. Bazen bir semtten diğer semte giderdik. O hep yürüyerek gitmeyi
uygun görürdü. Hem sokakları tanımak, hem de otobüse para vermemek için.
Ben bazen yorulmaktan veya sıcaktan şikayet ederdim. O bana, “Düşünsene dağlardaki gerillalarımızı.
Günlerce yürüyorlar, soğuk-sıcak demeden, açlık demeden mücadele yürütüyorlar.
Bizim yaptıklarımız onların yaptıklarının dörtte biri bile değil” derdi.
Her sohbetimizde mutlaka gerilladan bahsederdi. Bir
keresinde anneler gününde çiçek alıp mahalledeki anaları ziyarete gittik.
Gittiğimiz evlerde anaların bizleri görüp kiminin ağlaması, kiminin gülerek bize
sarılması karşısında çok duygulanmıştı. Akşam olup da sohbete başladığımızda gittiğimiz
evleri anlatıp, “Bu analar için dağlara çıkıp ölünmez mi” demişti.
Hiç bir şeyden şikayet
etmez, bir sorun varsa çözmeye çalışırdı. Partiye çok bağlıydı. “Benim hücrelerime
kadar ne varsa hepsi partinindir” sözleri bunu anlatmaya yetiyor.
Mahallede maddi durumu kötü olan evlere yardım etmek
için her şeyi yapardı. Bir keresinde ev kirasını ödeyememiş. Bir aile için
partiden para istemişti. Parayı alıp da aileye verdikten sonra yanımıza
geldiğinde adeta gözleri parlıyordu.
En sonra onunla bir yerde kaldık. Kaldığımız yere
öğrenciler geliyordu. Yenir onlara birşeyler öğretmek
için her yolu deniyordu. Onlara sırayla dergi okutur, ne anladıklarını sorar,
daha sonra da kendi anlatırdı. Hep birilerine birşeyler
öğretmek isterdi.
En son ayrıldığımız gün, “Unutma bir gün şehit
düşeceğiz ama, kesinlikle düşmanlarımızın yüzünü
güldürmeyeceğiz” demişti. Öyle de oldu. O, özlemi olan Karadeniz Dağları'nda
şehit düştü ve sözünde durdu. Sıra bizlerde.
***
Yoldaşları anlatıyor:
“YENER TÜRKER: “HER TÜRLÜ VARIM!”
Hey delikanlı
Hey gençliğini sevdaya
Sevdasını kavgaya düşürmüş yiğit....
Acılar, yoksulluklar, zulüm... Her geçen gün
büyüyerek, katlanarak dolaşır ülkemizde. Bazen tek bir ağıt, tek bir türkü ile
anlatırız acılarımızı. Bazen o da yetmez anlatmaya. Vicdanı büyük olanlar
duramaz yerinde, “yeter” der. Birşeyler yapmak ister
elinden geldiğince.
Uçsun diye kendi yuvasından kuş
Açsın diye kendi dalında çiçek
Gördüler ki yepyeni ateşler gerek
Ateşi kanıyla tutuşturan yiğitler gerek
Şehirlerde, köylerde yaşadık acıları, bir de “kenar mahalleler”de. Kenar mahalledir adları ama acıların hiçte
kenarında değillerdir. Anadolu'nun dört bir yanından göç edenler doğduğu,
büyüdüğü bu toprakları yoksulluktan, zulümden, gelecek kaygılarından dolayı terketmek zorunda kalmışlardır. Ama büyük şehirde
buldukları tek şey yokluk, yoksulluk olmuştur.
Buralarda çocuklar hayatla erken tanışırlar...
İşte bu kenar mahallelerden birinde büyüdü Yener.
Hayatla erken tanışanlardandı. Daha çocuk yaşlarda düzenin tüm pisliklerini,
çirkefliklerini tanımak, öğrenmek yaşamak zorunda kaldı. Askerlik yaparken
yaralandı. Solcu diye bilindiği için askerde birgün
nöbetteyken bir subay tarafından vuruldu. “Gazi” olarak geçiyordu. Tek
böbreğini kaybetti. Yaşadığı çevredeki insanlar gibi O da hap ve esrar
kullanırdı. Ama hiçbir zaman bu yaşamı sevmedi, benimsemedi. Herkes O'nu
delikanlılığı, dürüstülüğü, haksızlıklara
tahammülsüzlüğü ve yardımseverliği ile tanıdı. O yüzden de yaşı küçük olmasına
rağmen onu tanıyanlar “Emmi” dediler, “Emmi” diye çağırdılar. Bu, O'na duyulan
saygınını ifade edilişiydi. Kimin yardıma ihtiyacı olsa onun yanına giderdi.
Onların en iyi arkadaşı, abisiydi. Herkese güven verirdi. Gültepe'nin
yiğitlerindendi. Gültepe'nin yiğitleri mertti,
dürüsttü. Faşistlerin başına belaydı.
Gültepe'de faşistleri mahalleden
atmak için dernek kurmaya karar verdi. Kurulacak derneğin başkanı seçildi.
Henüz devrimci ilişiler içine girmemiş olmasına rağmen onu bu faaliyete iten
düzenin dayattığı yaşam ve faşistlere olan öfkesiydi. Devrimcileri tanımıyor,
ideoloji, strateji nedir bilmiyordu. Bildiği tek şey onurlu ve namuslu bir
yaşamın temsilcilerinin devrimciler olduğuydu. Ve yine biliyordu ki devrimciler
hap, esrar vb. şeylere karşıydılar. Dernek çalışmasıyla birlikte bu yaşamdan
uzaklaşmak için ilk adımları da attı. Çevresindeki insanları da bu kötü
alışkanlıklardan uzaklaştırmaya çalıştı. Birlikte esrar içtiği, sokak
kavgalarına girip çıktığı arkadaşlarını derneğe çağırırken şöyle diyordu; “gelirsen
gayri meşru olan herşeyi bırakacaksın. Biz de
bıraktık. Artık uyuşturucu da almıyoruz. Mahallede bundan sonra gayrı meşru ve
uyuşturucu işlerine izin vermeyeceğiz. Hiçbir faşist de buralara takılamayacak.”
DELİKANLILIKTAN
DEVRİMCİLİĞE... Devrimci
Solcular'ı arıyordu Yener, bekliyordu. Dernek kurma çalışmasını
da onları beklerken sürdürdü. Aksilikler nedeniyle derneği kuramadı. Ama
devrimcileri aramaktan, beklemekten hiç vazgeçmedi. Devrimcileri bulamamanın
sıkıntısını yaşıyordu. Eski çevresiyle de ilişkilerini kesti. Birgün ilişkisini kestiği arkadaşlarından biri O'nu aradı.
Yener'in bulamadığını onlar bulmuş ve örgütlü ilişkiler içine girmişlerdi. '96
Haziran ayında artık Parti-Cepheli olan arkadaşlarıyla buluşmaya hızlı
adımlarla gitti. Biran önce bulunduğu düzenin tüm pisliklerinden kurtulmak
istiyordu. Çünkü biliyordu ki devrimciler onurlu, namuslu bir yaşam kurmak için
mücadele ediyorlardı. O delikanlıydı, dürüsttü ama bu düzen içinde bunları
korumanın ne kadar zor olduğunu görüyordu, yaşıyordu. Aradığını da
devrimcilerin yanında bulacağından emindi. Bu yüzden hızlıydı adımları.
Giderken heyecanlı ve kararlıydı. Randevusuna tam zamanında geldi. Mücadele
konusunda düşünceleri sorulduğunda cevabı kısa ve netti. “Her türlü varım!”
Evet “her türlü vardın” delikanlı.
Her türlü sahiplendin, her türlü soludun kavgayı. Hala devrimcilik hakkında
bildiğin en önemli şey namuslu ve onurlu bir iş olduğuydu. Ama yine de her
türlü işi saflığın, temizliğin ve tüm gücünle omuzladın. Delikanlıların sözleri
namustur, hele devrimci olursa artık mücadele ölümünedir. Mahalledeki
delikanlılık yoldaşlık olmuştur artık. Mahallede “arkadaşımla pazara kadar
değil, mezara kadar” ilkesi devrimcilikte “şehit düşene kadar” olmuştur. Çünkü
onlar sevdiklerini ölesiye severler. Ölüm kapıya geldiğinde ikinci bir defa
hesaplaşma yoktur. Söz verilmişti bir kez.
Seni anlatırken dostlara, dostlara
Nasıl da gururlandık Nasıl da kükredi gök, bir
bilsen.
Yener “her türlü varım” dediğinde tutsaklar
bedenlerini ölüme yatırmıştı. Hergün ölüm haberleri
geliyordu. Yoldaş demişti ya, yüreği durmuyordu yerinde. Hergün
bir eylem önerisiyle geliyor silahına daha çok davranıyordu. Bir talimat gelse,
gelse de şu tetiğe basabilse ne kadar da mutlu olacaktı. Yoldaşları için birşeyler yapamamanın sıkıntısını düşmana olan büyük bir
öfkeyle yaşıyordu. İntikam almak için sabırsızlanıyordu. Talimat bekliyordu.
Henüz bir aydır Cepheliydi. Bir aydır örgütlüydü. Ama
öyle bir bağlanmıştı ki, partinin talimatı dışında adım atmayı bile onur sorunu
saydı. Yürekliydi ama o yüreği örgütündü artık. Yüreğine sevdaların en büyüğünü
sığdırmıştı. Parti-Cepheli olmasındaki en büyük neden silahlı mücadele veriyor olmasıydı.
“Yapamam” demedi hiç. Aldığı talimatı mutlaka yerine getirirdi. Kendisine
sorumluluk yapanlar, kendisinden yaşça küçüktü. Ancak O iyi bir askerdi. “Silahlı
mücadele vermek istiyorum, illegal faaliyetlerde çalışmak istiyorum” diyordu
sürekli. Gerillaya gitmek istediğini ilk örgütlendiği günlerden itibaren ifade
etti. Fikri Keleş tanıdığı şehitlerimizdendi. Devrimci olmadan önce Fikri ile
kavgaları olmuştu. Sonra devrimci olduğunu ve şehit düştüğünü öğrendiğinde daha
bir sarıldı Fikri'ye.
DAĞLARA SEVDALI
BİR YÜREK...
Yener tutsak düştüğünde henüz iki aylık örgütlü devrimciydi. Bu süre içinde
kendisinden istenen ve beklenenleri hiçbir fedakarlıktan
kaçınmadan yerine getirdi. Hapishanenin zor gelen yanları oldu. Çünkü O dışardayken her an hesap sorma kiniyle düşmanlarını
arıyordu. Eylemden eyleme koşmayı arzuluyordu
Kadın yoldaşlarla birlikte faaliyet yürütmeyi, kadınllardan talimat almayı ilk dönemler kabullenmekte
zorlansa da kısa sürede bu konuda kendini aştı. Herkese karşı saygılıydı.
Efendiliği, ağırbaşlılığı, açık sözlülüğü süreç içerisinde örgüt bilinci ile
daha bir yerli yerine oturdu. Hapishanede diğer sol örgütlerden insanlarla
fazla teorik konuşmalarından dolayı çok tartıştığı olmuştu. Açık sözlüydü,
lafını sakınmazdı. “Dışarda bana gelip bunları anlatsaydın
beni örgütleyemezdin” demişti bir defasında. “Bana çok teorik konuşma” diye
ifade etmişti bir kez de. Bilgi birikiminin yetersiz olmasından kaynaklı
tereddüt yaşamadı. Kafasına “acaba” soruları takılmadı. Çünkü birşeyi biliyordu “Parti ne yapıyorsa doğrudur.” Diğer sol
ile yaptığı tartışmalarda bu kadar net ifade kullanması da bu yüzdendi. Parti-Cephe'nin
meşruluğuna, haklılığına inanıyordu. Hiçbir tartışmada, anlamadığı hiçbir
politikada, taktikte bundan dolayı çelişkiler yaşamadı. Önce “doğru” der, sonra
öğrenmeye çalışırdı. Çoğu zaman öğrenme gereği bile duymazdı. O pratiğin
insanıydı. Çabuk öğreniyordu. Herhangi bir konuda eleştiri almışsa, saygıyla
yüzü kızararak dinlerdi. Daha sonra benzer bir olay karşısında kendisi doğru
tavrı aldığı gibi çevresine de öğretir, müdahale ederdi.
Yener sokaklarda kavgalar yapmış, öyle yaşamıştı.
Eskiden neredeyse noktayla virgül yerine bir küfür yerleştirirdi konuşmalarına.
Bir yoldaşı Yener'in bu özelliğini bir olayla şöyle anlatıyor: “Mahkemeye çıktığı
zamanlar sorumla arkadaş tarafından küfür etmemesi için özel olarak uyarılırdı.
Bir mahkemeye gittiğimizde askerin sataşması karşısında küfretmemek için kendini
öyle sıkmıştı ki tam küfredecekken yutkunmuş sonra da askere dönüp “küfür
etmeyeceğim lan” demişti. Aynı anda hepimiz kahkayı basarken asker ne olduğunu anlayamadan öylece
baktı.”
Evet bunu başarmakta çok zorlandı.
Ama devrimciler küfür etmezlerdi. O da etmeyecekti. Başka bir yoldaşı da O'nun
devrimcilik konusunda hassaslığını ve gelişme isteğini söyle anlatıyor:
“Konuşmayı fazla sevmiyor oluşu görüş kabinlerine de
yansırdı. Ailelerle konuşurken de çekinirdi. Birgün
onu babamla konuşması için kabine çağırdığımda yine çekinerek geldi, önce
konuşmadı. Bunu farkedince babam “devrimciler hiç
böyle susar mı, devrimci dediğin böyle olmaz” dedi. Yener çok utandı. O günden
sonra kabinlerde de fazla konuşmaya başladı. Hatta öyle çok konuşmaya başladı
ki herkes O'na “nasıl açıldın” diyerek takılırken, Yener'in cevabı netti; “baba
bana öyle dediyse konuşmam gerek, bundan sonra konuşacağım”.
Öğrendiklerini hayata geçirmek için uzun zamana
ihtiyaç duymazdı. Birşey doğruysa yapılmalıdır diye
düşünürdü. Çabuk ikna olur, yanlışında diretmezdi. Hele ki “devrimci böyle
olmaz” denmişse akan sular dururdu O'nun için..
Hapishanede tuttuğu nöbetlerden, koğuş yaşamına kadar emekçiydi. Söylenmeden,
büyük bir istekle yapardı işlerini.
Koğuşta yoldaşları ile voltada
türküler söylemeyi, oturup sohbet etmeyi severdi. Kaldıkları koğuşun
havalandırmasına faşistlerin olduğu koğuş pencereleri bakıyordu. Onlara karşı
tahammülsüzdü. Faşistlerin sataşmaları karşısında adeta kabına sığmaz hale
gelirdi. Havalandırmada faşistlerin koğuşuna doğru “Gündoğdu”
marşının faşistlerle ilgili olan bölümünü büyük bir zevkle ve kinle söylerdi. Hapishanede
kaldığı süre içinde en mutlu olduğu anlardan biri de faşist gardiyanlardan
birinin dövülmesiydi. O'nunla aynı koğuşta kalan bir
yoldaşı Yener'i şöyle anlatıyor:
“Bazen koğuşun herhangi bir yerinden Yener'in “Her
türlü kardeşim” narası duyulurdu. “Her türlü savaşa varım” anlamında kullandığı
bu sözü duyunca koğuşta gülüşmeler olurdu.”
ÖZÜ SÖZÜ
BİRDİ YENER'İN... Bir
buçuk yıl süren tutsaklığında gerillaya olan tutkusu hiç eksilmedi. “Gerillaya
gideceğim” derdi hep. Kendisini başka hiçbir yerde düşünmezdi. Gerillanın
sadece hayallerini kurmadı. Her türlü planını da yaptı. “Partiye söylesem Karadeniz'e gönderir değil mi” sorusu her konuşmasının
bir yerinde geçerdi. Mesela “tahliye olunca
birkaç gün ailemin yanında kalmak için Parti'den izin alırım, sonra memleketim
Ordu'ya gider oradan gerillaya giderim” ya da “Bir iş yapar kendimi aranır duruma getiririm, parti de beni mecburen
Karadeniz'e gerillaya gönderir” derdi. Bunları yapmayacağını kendisi de,
biz de bilirdik. Yine ne iş verilirse onu büyük bir gönülüllükle,
büyük bir istekle yapacağı da kesindi. Ama gerillaya olan sevdası O'nu böyle
konuştururdu. Hiç sıkılmadan gerillayı anlattırırdı. Ancak ne olmuşsa yine bir
yoldaşından gerillayı dinlerken “yeter” diye isyan etti. Nedenini de hemen
açıklayıverdi. “Sen beni delirtmek mi istiyorsun, sen anlattıkça fena oluyorum
ya orayı ben göremezsem...” İşte isyanının nedeni buydu. Sonra da saf ve
çocuksu gülüşünü elleriyle kapatıp hep yaptığı gibi kızaran yüzüyle başını öne
eğerdi.
“Dağların doruklarında birgün
ben de silah çatacağım” diyordun. Dağların doruklarında silahını çattın.
Tahliye konuşmandaki son sözlerin aklımıza geldi hemen. “Ben insan olmayı öğrendim. En büyük isteğim şehitlik mertebesine
ulaşmak... Yüzünüzü kara çıkartmayacağım.” İstediğin gibi de oldu. Hem
dağların doruklarına, hem de şehitlik mertebesine ulaştın. Duyduk ki Karadeniz
dağları kucak açmış ve Kelkit suları almış seni. Düşmana vermemiş. Yürekliliği,
devrimciliğin saflığını ve temizliğini senden öğreniyoruz bir kez daha. Bir
devrimcinin en güzel yanlarından birinin; doğallığı, açık ve samimi oluşunu bir
kez daha sende görmüş olduk.. Evet, söz namustu... Bir
işe başladın mı “sonuna kadar”dı. Devrimcilik de “sonuna kadar”dı. Delikanlılık
buydu. Devrimcilik yürek işiydi. Sen yürekli ve namusluydun... Bizden de sana
söz Yener Yoldaş, gözün arkada kalmasın, yüzünü kara çıkartmayacağız.